"Coğrafi sınırlama" ezberini bozmak

İ. Murat ÖĞDÜ (GESYAD Kurucu Üyesi)

12.02.2016

Uluslararası hukukun önemli bir alanını oluşturan mülteci/uluslararası koruma hukuku özellikle Milletler Cemiyetinin oluşumuyla birlikte kurumsallaşmaya başlamıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildrisinin 14 üncü maddesindeki "herkesin, zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır" şeklindeki düzenlemesi, uluslararası mülteci hukukunda önemli bir kilometre taşıdır.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi olarak 1951 tarihinde Cenevre'de imzalanan "Mültecilerin Hukuki Durumuna Daire Sözleşme" evrensel mülteci hukukunun ilk ve en temel belgesi niteliğindedir. 1951 Cenevre Konvansiyonu olarak da bilinen bu metin, başlangıçta sadece 1951 tarihinden önceki olaylar sebebiyle zorda kalan insanların Sözleşmeden yararlanabileceğini öngörmekte iken, Sözleşmenin kabulünden sonra dünya genelindeki mülteci hareketlerinde meydana gelen artış ve mültecilerin gerek tarih gerekse coğrafi sınırlama nedeniyle Sözleşme kapsamına girememelerinin önemli sorunlar yaratması üzerine, yapılan bir Protokolle 1951 öncesi ve 1951 sonrası ayrımı kaldırılmıştır.

Türkiye, 1951 Sözleşmesini 29/8/1961 tarihinde çıkardığı bir kanunla uygun bulmuştur. Ancak Sözleşmenin 42 nci maddesinin tanıdığı hakkı kullanarak, onaylama sürecinde "Avrupa'da cereyan eden hadiseler" şeklindeki ihtirazi kaydını koymuştur. Bu kayıtla birlikte "coğrafi sınırlama/kısıtlama" şeklinde ifade edilen bir uygulama süregelmiştir. Bir başka ifadeyle Türkiye, 1951 tarihli Sözleşme hükümlerini sadece Avrupa ülkelerinden gelenler için uygulayacak, Avrupa dışından gelenler bakımından Sözleşme hükümlerini uygulamakla yükümlü olmayacaktır. Bu nedenle, Avrupa dışından örneğin Pakistan, Irak, Afganistan, Suriye, Cezayir, İran gibi ülkelerden gelerek Türkiye'de iltica başvusu yapan yabancılardan uluslararası koruma sağlanması uygun görülenler, 1994 yılında çıkarılan yönetmeliğe istinaden yakın tarihe kadar ülkemizde "sığınmacı" olarak isimlendirilmişlerdir.

Türkiye, 1951 Sözleşmesini 29/8/1961 tarihinde çıkardığı bir kanunla uygun bulmuştur. Ancak Sözleşmenin 42 nci maddesinin tanıdığı hakkı kullanarak, onaylama sürecinde "Avrupa'da cereyan eden hadiseler" şeklindeki ihtirazi kaydını koymuştur. Bu kayıtla birlikte "coğrafi sınırlama/kısıtlama" şeklinde ifade edilen bir uygulama süregelmiştir. Bir başka ifadeyle Türkiye, 1951 tarihli Sözleşme hükümlerini sadece Avrupa ülkelerinden gelenler için uygulayacak, Avrupa dışından gelenler bakımından Sözleşme hükümlerini uygulamakla yükümlü olmayacaktır. Bu nedenle, Avrupa dışından örneğin Pakistan, Irak, Afganistan, Suriye, Cezayir, İran gibi ülkelerden gelerek Türkiye'de iltica başvusu yapan yabancılardan uluslararası koruma sağlanması uygun görülenler, 1994 yılında çıkarılan yönetmeliğe istinaden yakın tarihe kadar ülkemizde "sığınmacı" olarak isimlendirilmişlerdir.

Sözleşmenin kapsamına ilişkin olarak Türkiye'nin o yıllarda koymuş olduğu coğrafi sınırlama kaydının amacının, ülkemize ve ülkemiz üzerinden batıya yönelebilecek göç hareketlerindeki tetikleyici unsurları ortadan kaldırmak olduğu açıktır. Bu kaydın bugün devam edip etmeyeceğine ilişkin karar siyasi iradenindir. Henüz kaldırılmamış olaması ise, uygulamanın devamında yarar görüldüğünün bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.

Ancak, coğrafi sınırlama nedeniyle Türkiye'de iltica başvurusunda bulunamayan yabancıların genelde Müslüman ülkelerden geldiğinin ve bunların mağdur edildiğinin ileri sürülmesi ("Türkiye'den Müslümanlara 2. Sınıf Mülteci Muamelesi", Joost Lagendijk, Zaman, 30.01.2016), uluslararası koruma olgusuna bütüncül bakılmadığının bir göstergesidir. Aslolan, uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilerin bu ihtiyaçlarının ne oranda karşılandığıdır. Bunun hangi kavramla ifade edildiğinin bir noktadan sonra önemi kalmamaktadır.

Bölgesinde göç hareketlerinden en fazla etkilenen ülke olan Türkiye, bu alanın insani ve daha etkin bir şekilde yönetilebilmesi için gerekli olan hukuki ve kurumsal alt yapısını oluşturmak amacıyla 6458 sayılı "Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu" yla önemli bir adım atmıştır. Kanunun iltica hükümlerinin yer aldığı uluslararası koruma bölümünün,  Türkiye'nin 1951 Sözleşmesine koyduğu coğrafi sınırlama halen yürülükte olduğu için bunu esas alarak yazıldığı görülmektedir. Buna göre, Avrupa dışından gelerek iltica başvurusunda bulunanlara, talepleri uygun görülürse "şartlı mülteci" olarak statü verilmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken konuların başında, 1951 Sözleşmesinde iltica etme nedeni olarak çerçevesi belirlenen "ırkı, dini tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulanan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesi dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişilere uluslararası koruma sağlanması" ilkesinin işlevsel olup olmadığıdır. 6458 sayılı Kanun, bu koşulu eksiksiz karşılamaktadır (md. 61/1).

İkinci önemli nokta, şartlı mülteci statüsü verilen kişilerin haklarıyla ilgili konudur. Kanunda, şartlı mültecilere tanınan haklar 1951 Sözleşmesiyle mültecilere tanınan haklardan geri değildir. İkamet izni muafiyeti, Bilgilenme, barınma, gönüllü geri dönüş desteği talep etme, gizlilik isteme, öğretim hizmeti alma, yardımlara erişim, sağlık desteği, hukuki yardım, iş piyasasına katılım, seyahat belgesi talep etme gibi bir dizi temel hak, şartlı mülteci statüsü verilen kişlere de tanınmaktadır (6458 sayılı Kanun, md. 56-83).

Üçüncü ve en önemli nokta, ülkesindeki zulüm korkusundan kaçarak gelen bu kişilerin uluslararası koruma güvencesinin derecesidir. 1951 Sözleşmesinin 33 üncü maddesinde "geri gönderme yasağı (non rafoulement)" ilkesi getirilmiş ise de hemen ardından düzenlenen istisna hükmüyle, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden mülteciler sınır dışı edilebilmektedir.

6458 sayılı Kanunun "geri gönderme yasağı" başlığı altındaki 4 üncü maddesinde ise istisna hüküm yer almamıştır. Böylece mülteci veya şartlı mülteciler dahil hiç bir yabancı işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilmemektedir. Keza aynı Kanunun 54 üncü maddesi de sınır dışı hükümleri yönünden yüksek güvence getirmektedir. Düzenleme bu şekliyle 1951 Sözleşmesinden ileride, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle de tam uyumludur.

Görüldüğü üzere, "geri gönderme yasağı" bir başka deyişle "geri göndermeme ilkesi" olarak bilinen ve 1951 Sözleşmesinin omurgası olarak nitelendirilen bu ilkeden daha ileri bir insani güvence Türk göç hukukuna girmiş bulunmaktadır.

Türkiye'nin uluslararası koruma hukukuyla ilgili uygulamalarını sağlıklı olarak değerlendirebilmek için coğrafi sınırlamayla ilgili klişe yaklaşımın sürdürülmesi yerine, son dönemde uluslararası koruma başvurusundan itibaren yabancılara sağlanan haklar ve bunlara ilişkin getirilen güvenceler dikkate alınmalıdır. Aksi taktirde, Türkiye'nin bu alanda attığı olumlu adımlar hak ettiği değeri bulamayacaktır.