Türkiye'nin Göç Yönetimi ve Uluslararası İşbirliği

Türkiye'nin Göç Yönetimi ve Uluslararası İşbirliği
Aydoğan ASAR
30/11/2016

Düzenli ya da düzensiz göç şeklinde gerçekleşen göç hareketleri, tarihte olduğu gibi bugün de hayatımızı doğrudan etkilemeye devam etmektedir. Göçün engellenmesinin değil, yönetilmesinin konuşulduğu bu günlerde göç, stratejik bir önemde ele alınan konular arasına girmiştir.

Türkiye, yeni bir göç yönetimi oluşturmayı amaçlayan bir anlayışıyla hazırladığı 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunuyla bu alanda önemli bir adım atmıştır. İçinde bulunduğu coğrafyada göç hareketlerinden en fazla etkilenen ülke olarak, tarihsel misyonunu da gözeterek etkin bir göç yönetimi için hukuki ve kurumsal alt yapısını oluşturmak amacıyla gayret göstermektedir.

Konuya göç yönetiminin temel birkaç kavramını açıklayarak başlamak yararlı olacaktır. Bunların başında göç kavramı gelmektedir. Kısaca göç, insanların vatandaşı olduğu ya da vatandaşı olmadığı halde yerleşik olduğu bir ülkeden başka bir ülkeye daimi ya da geçici kalma amacıyla gitmeleridir.

Göç yakın tarihe kadar daha ziyade düzenli ve kontrol edilebilir seviyelerde gerçekleşmiş ve özellikle sanayi devrimiyle birlikte ihtiyaç duyulan iş gücü talebinin karşılanmasında önemli bir avantaj olarak görülmüştür. İnsanları göç etmeye zorlayan nedenlerde meydana gelen çeşitlilik ve göç etmeye aday insan sayısındaki olağanüstü artışlar düzenli göç yoluyla karşılanamayınca, düzensiz göç dediğimiz kural dışı insan hareketlerinde kayda değer artışlar görülmeye başlanmıştır.

Konuyu bağlamından koparmadan burada düzensiz göçün nedenlerine de kısaca değinmek gerekmektedir. Başlıca düzensiz göç nedenleri şunlardır:

  • Hızlı nüfus artışı
  • Ülkeler arasında gelirleri dengesizliği
  • İşsizlik
  • İnsan hakları ihlalleri
  • Savaş
  • Terör
  • Daha iyi yaşam arzusu
  • Olumsuz yaşam alanları ve koşulları
  • Hedef ülkelerdeki işgücü talebi
  • Aile birliğinin sağlanması
  • Ulaşım ve iletişim olanaklarının kolaylaşması
  • Uluslararası göç yönetimi mevzuatının yetersizliği

Düzenli göç ile düzensiz göç arasındaki geçişlilik göç konularının bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasında önemli bir ayrıntıyı oluşturmaktadır. Çünkü düzenli göç kapsamında olan yabancıların bir süre sonra düzensiz göçe, düzensiz göç kapsamındakilerin de bir takım gelişmelere bağlı olarak düzenli göçe kaymaları sık görülen bir durumdur. Örneğin, çalışma izni alması mümkün bulunmayan bir yabancının yasadışı çalışmak amacıyla düzenli göç yöntemlerini bir ülkeye girişin ve o ülkede kalışın bir aracı olarak kullanabildiği görülebilmektedir.

1990’lara kadar Dünyadaki göç hareketleri olağan ve kontrol edilebilir yer değiştirmeler olarak görülürken, düzensiz göçmen sayılarındaki artış ve düzensiz göç yollarının çeşitlenmesi, uluslararası toplumu göç konularına daha ayrıntılı plan ve projelerle bakması yönüne sevk etmiştir.

Nitekim, 1990’ların sonuna ve düzensiz göçün hedef ülkeleri iyiden iyiye tehdit etmeye başladığı döneme gelindiğinde, BM belki de tarihinin en büyük katılım ve ön hazırlık sürecine sahip Sınır Aşan Örgütlü Suçlarla Mücadele Sözleşmesini kabul etmiştir. Sözleşme, göçmen kaçakçılığı ile mücadele ve insan ticareti ile mücadeleyi içeren iki önemli protokole sahiptir. BM’nin 1951 yılında kabul ettiği Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ve 1967 Protokolü, mültecilerin haklarını gözeten yegane belge iken, Sınır Aşan Örgütlü Suçlarla Mücadele Sözleşmesi ve ek protokolleri iltica kapsamına girmeyen yasadışı göçmenlerle ilgili düzenlemeleri içermiştir.

Göç bir harekettir ve bir enerjisi vardır. Enerjinin olumlu ya da olumsuz yönlere kanalize edilebilmesi için yönetilmesi kaçınılmazdır. Gerek düzenli göçle ilgili kuralların ve gerekse düzensiz göçle mücadeleye ilişkin kuralların oluşturulması ve uygulanması göç yönetimi çatısı altında gerçekleşmektedir.

Türkiye’deki göç yönetiminin tarihsel gelişimine bakıldığında, aslında erken dönemde yabancıların ikamet, seyahat ve diğer iş ve işlemlerine ilişkin konuları ele alan yasal düzenlemelerle karşılaşılır. Türkiye’ye gelen yabancı sayısının on binlerle ifade edildiği 1950 yılında 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun, döneminin konuyla ilgili çok önemli düzenlemeleridir. Söz konusu kanunlar her ne kadar korumacı ve güvenliği önceler görünse de yabancıların ikamet ve seyahat haklarına ilişkin bir duyarlılığı da ortaya koymuştur.

Zaman içinde yukarıda da belirtildiği üzere Dünyadaki göç hareketlerinin artarak ve daha karmaşık bir yapıya bürünmesi ve özellikle 2000 yılından sonra Türkiye’nin hızla transit ve hedef ülke haline gelmesi, AB ile olan ilişkilerdeki göç yönetimine dair önemli başlıklar, gerek mevzuat gerekse idari yapılanma alanında yeni bir göç yönetimi anlayışına geçilmesini zorunlu kılmıştır.

Bir ülke için göç yönetiminin daha etkinleştirilmesi, yürürlükteki göç yönetiminin sonuçlarının gerek ülke gerekse göçmen açısından, bir başka ifadeyle göçün herkes için, yararlı sonuçlar vermesini sağlamaktır. Bu anlayışla kaleme alınan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve Kanunun ön gördüğü kurumsal yapılanmayla Türkiye’nin göç yönetiminin daha etkin kılınması hedeflenmiştir.

6458 sayılı Kanunun hazırlanmasında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin tüm hükümleri en ince ayrıntısına kadar gözetilmiştir. Sözleşmelerin temel insan hakları açısından bu gün ortaya çıkan açıkları bu kanunda giderilerek daha yapıcı ve insan odaklı düzenlemeler getirilmiştir.

Örneğin; güncel bir konu olan kitlesel göç akınlarına karşı alınabilecek önlemler ve kitlesel göçe konu olabilecek kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin gözetilmesi karmaşık ve bir o kadar da zor bir konudur. 1951 Sözleşmesi bu gibi durumlar için taraf devletlere anahtar hükümler sunmamaktadır. Zira kitlesellik söz konusu olduğunda bu kişilerin bireysel iltica başvurularının alınamaması 1951 Sözleşmesini devre dışı bırakmaktadır.

6458 sayılı Kanun ise uluslararası göç hukukundaki bu açığı “geçici koruma” mekanizmasıyla çözümlemiş; Suriye’den gelenler için evrensel göç hukukunda model olabilecek bir uygulama getirmiştir. Kaldı ki, 1951 Sözleşmesinde “savaş” iltica nedeni olarak sayılmamaktadır. (Sözleşmedeki iltica nedenleri: ırk, din, uyruk, belli bir toplumsal gruba bağlılık veya siyasi fikirler dolayısıyla hayatın veya özgürlüğün tehdit altında olması) Bu nedenle de Suriye’den gelenler için ilk aşamada Sözleşme hükümlerinin uygulanma imkânı olmamıştır.

Kanunun temel insan haklarıyla ilgili en önemli düzenlemesi özgürlük kısıtlaması, ikametten men etme ve Türkiye’de kalma hakkını ortadan kaldırma işlemi olan sınır dışı etme ve bu işlemin yerine getirilmesiyle ilgili bölümleridir. Bu düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle tam uyumludur.

6458 sayılı Kanun ve uluslararası göç hukukuyla olan ilişkisini bu şekilde özetledikten sonra, göç yönetiminin gelecekte karşılaşabileceği sorunlara ilişkin bazı çözüm önerilerimiz şunlardır:

  • Hedef ülkeler düzensiz göçü önleme amaçlı çalışmalarını kaynak ülkeye yönelik planlamalıdır. Bu bağlamda kaynak ülkelerle yakın işbirliği kaçınılmazdır. Göç işbirliği ikili veya çok taraflı bir takım anlaşmaların içeriğinde bir başlık ya da bir kısım olarak değil, bu anlaşma ya da sözleşmelerin tek başına konusu olduğu bir sürece geçilmelidir.
  • BM veya daha iyi organize olabilecek operasyonel uluslararası bir çatı (Göç İşbirliği Örgütü gibi) oluşturulmalı ve düzensiz göçe neden olan etkenler yerinde tespit edilerek etkin çözümler üretilmelidir.
  • Bu çalışmaların yapılabilmesi için ortaya çıkacak maliyetlerin karşılanabilmesi amacıyla uluslararası ortak fon oluşturulmalı, ülkelerin gelişmişlik endeksine göre katkı payları belirlenmelidir.
  • Düzensiz göçten en fazla etkilenen ülkeler kaynak ülkeye coğrafi yakınlığı olan ülkelerdir. Bu ülkelerin katlandığı külfetin bu coğrafyalara uzak ülkeler tarafından paylaşılması tercihe bağlı olmaktan çıkarılmalı, bu amaçla bir takım bağlayıcı hükümler uluslararası göç hukuku sözleşmelerinde yer bulmalıdır.